Aylan Kurdi and Faris al-Ali…Türk medyasının gözüyle
Dr. Fatma Türkkol
Giriş: Haber, bir anlam inşasıdır. Seçilen sözcükler, başlıklar, haber kaynakları, haberin yer verildiği sayfa gibi “teknik” pek çok detay, okuyucunun anlam haritasını besler, benzer veya çağrıştırdığı diğer konularla birlikte belli bir noktayı işaret eder. Kelimelerin kullanım sıklığı, habere konu olan kişilerin nasıl tanımlandığı ve haber kaynakları bu sebeple oldukça önemli kabul edilir. Bir mülteci hikâyesini konu alan bu yazı için temel olarak haber metinlerinin seçilme sebebi de bu. Öğrendiğimiz hikâye hakkında haberlerde yer alan detaylar, okuyucu olarak bizi nereye yönlendiriyor? Mülteciler konusunda olumlu anlamda hassas olduğunu ifade edenler dahil, çok zaman içine düşülen ayrımcı dil, nasıl zihinsel olarak ayrıştırılamayan bir düzeyde içselleştirilebiliyor? Olumlu olduğu düşünülen metinler okuyucuya gerçekten beklendiği düzeyde bir yaklaşımı mı sunuyor?
Peki, sayılan soruların yanıtlarını öğrenmek okuyucuya ne kazandırır? Mülteciler konusu özelinde, çözümün bir parçası olmak ve olumlu anlamda adımlar atmak öncelikle edinilen bilginin okuyucuya kattıklarını fark etmekle ilişkili. Tasarlanan anlam bulutundan başka bir yaklaşımın da çözüme katkı sağlayabileceği fikrine sahip olmak, dinamik ve üretken bir çözüm sürecini besleyebileceği gibi aynı zamanda yine mülteciler konusu özelinde yapılan ağır dezenformasyonun farkında olmayı da büyük bir kazanım olarak beraberinde getirir.
İşte tüm bu sebeplerle, bu yazı için bir mülteci hikâyesinin okuyucuya nasıl anlatıldığını ve “Okuyucu bu haberden ne anlayabilir?” sorusunu içeren bir çerçeve oluşturulmaya çalışıldı.
İki Çocuk Hakkında: Bu yazı iki çocuk hakkında. Biz, bu iki çocuğun isimlerini, ölüm haberleriyle öğrendik ne yazık ki. İlki Aylan Kurdi. Onu 2015 yılında tanımıştık. 2 Eylül 2015 tarihinde ailesi ile birlikte Bodrum’dan, Yunanistan’a botla geçmeye çalışan Suriyeli mülteci bir çocuktu. Üç yaşındaki Aylan Kurdi annesi ve kardeşi ile birlikte bu yolculukta boğularak hayatını kaybetmişti. Cesedi diğer mültecilerle birlikte kıyıda bulunmuş bu sırada Muhabir Nilüfer Demir tarafından çekilen fotoğrafıyla gazetelerde yer almıştı. Yakalanan insan kaçakçılarına Bodrum Ağır Ceza Mahkemesi tarafından dört yıl ikişer ay hapis cezası verilmişti. Aylan Kurdi ise babasının isteği üzerine memleketi olan Suriye’de annesi ve kardeşiyle birlikte defnedilmişti.
Bu küçük hatırlatma, yedi yıl sonra bile hemen hepimizin akıllarına Aylan’ın fotoğrafını getirmeye yetiyor. Hem Türkiye hem de Avrupa basınında sıklıkla kullanılan fotoğraf, en azından bir süre mülteciler konusundaki tartışma ve değerlendirmelerin odağı olmuştu. Örneğin Aylan hakkında, Cumhuriyet gazetesinde olayın yaşanmasından sonraki 6 günde 46 haber ve köşe yazısı yayınlanmıştı. Sabah gazetesinde 11 günde 21 haber ve köşe yazısı, Sözcü gazetesinde 5 günde 4 haber ve köşe yazısı Aylan’dan söz etmişti.
Bu haberlerin içeriklerini yeniden hatırlamak üzere şimdi de 4 Eylül 2022 tarihinde yine haber metinleri aracılığıyla tanıştığımız 17 yaşındaki Faris Muhammed Al-Ali’ye dönelim. Babasını Suriye’de savaşta kaybeden Faris Muhammed, annesi ve kardeşleriyle birlikte Türkiye’ye mülteci olarak gelmişti. Hatay’da yaşayan Faris Muhammed Al-Ali, Türkiye’de ilk, orta ve lise eğitimini tamamladı. İHH isimli sivil toplum kuruluşunun Hatay’da açtığı eğitim kampüsünde eğitimine devam etti. Girdiği üniversite sınavında Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandı. Öldürülmesinden bir hafta (Haberlerde geçen bazı ifadelere göre on gün) önce çalıştığı salça fabrikasında, Faris Muhammed’in de içinde olduğu bir tartışma yaşandı. Faris Muhammed, tartışma sırasında ustabaşı olan kadını itti veya bazı haberlerdeki ifadelere göre dokundu. Ardından yine haberlerdeki ifadelere göre “Sen benim annem gibisin.” diyerek özür diledi. Bu olayın üzerinden bir hafta veya on gün geçtikten sonra beş kişilik bir grup Faris Muhammed’in yolunu kesti. Önce darp ettiler ardından iki kişi kollarını tuttu ve Faris Muhammed’i bıçaklayarak olay yerinden kaçtılar. Çevredekilerin çağırması üzerine gelen ambulanstaki doktor, Faris Muhammed Al-Ali’nin hayatını kaybettiğini saptadı. Ailesinin isteği üzerine memleketi olan Suriye’de defnedildi.
Olay, önce sosyal medyada özellikle ambulans beklenirken kaydedilen görüntülerle gündeme geldi. Kısa zamanda yayılan görüntülere dair haber, 4 ve 5 Eylül 2022 tarihlerinde gazetelerde yer buldu.
Haberlerin detaylarına geçmeden önce genel çerçeveyi çizmek yerinde olabilir. Haberlerin tümü alt alta dizildiğinde şu birkaç hususa odaklandıkları görülüyor.
*Faris Muhammed Al-Ali’nin Tıp Fakültesini kazanmış olması.
*17 yaşında olması.
*Öldürülme şekline dair betimleme.
*Yaşam şartlarına dair betimleme.
*Sorumlulara dair yapılan açıklamalar ve imalar.
*Olayın neden kabul edilemez olduğuna dair imalar.
Faris Muhammed Al-Ali’nin öldürülmesi, Türkiye’de ulusal yayın yapan 10 gazetenin, 2 gün içinde yayınlanan 13 haberinde yer aldı. Haber başlıklarının büyük bir kısmında yaşı, tıp fakültesini kazandığı ve öldürülme sebebine dair bilgiye yer verildiği, bir kısmında da olayın sorumlularına işaret edildiği görülüyor.
Haber başlıklarıyla birlikte haberin anlamsal yapısını hatırlayarak devam edelim. Haber metinlerinde kurulan anlam, haberi hazırlayan kurumun tüm ilişkilerinin, haberin sunulduğu toplumun dinamiklerinin yansıdığı pek çok keseni bulunan bir dünyadır. Haber metni içinde ve metnin çevresindeki önermelerin birbirini nasıl desteklediğine bakıldığında, zaman, durum, sebep ve sonuç ilişkisinin birbirine bağlı ve birbirini işaret ederek örüldüğü görülür. Böylece kavramlarla önceden bilinenler, anlamı ortaya koymaya başlar. Metni oluşturan olay anlatılırken onunla ilgili bilgi de ima edilir. Sözcükler ve cümleler biliniyor olan hazır “arka plan” bilgisine göndermelerde bulunur. Aslında söylenmemiş olanlar, imalarla işaret edilen arka plan bilgisi üzerinden söylenir. İma, gereklilik, çağrışım, varsayım ve iddialarla birlikte söylemde yer bulur. Örneğin mültecilerle ilgili haberlerde “yasa dışı” kelimesinin “yasayı ihlal etme” dışında bir anlama gelmesi bununla ilgili. Çünkü bir haberle karşılaşan zihin yalnızca onunla sınırlı kalmayıp önceki karşılaşmaları da en son gördüğü metne yükler.
Bu küçük temel üzerinden Faris Muhammed hakkında yazılan haberlerin manşetlerine bir daha bakalım. Manşetler bize, olayın haber değerinin hangi açıdan verildiğini fark ettiriyor: Faris Muhammed’in tıp fakültesini kazanmış başarılı bir öğrenci olması.
Başlıklara çıkan başarısıyla, bıçaklanarak öldürülen Faris’in ülkede mülteciler konusunda yürütülen her düzeydeki tartışma içinde örnek olarak verilen “diğer” mültecilerden farklılığı ortaya konmuş oluyor. Sosyal medya, köşe yazıları, haber metinlerinde “çalışmayan”, “başarısız”, “toplumsal entegrasyondan uzak”, “insani yardımları hak etmeyen” mültecilerden olmadığı vurgusu zihinlerde tamamlanıveriyor.
Faris Muhammed Al-Ali’nin 17 yaşında bir çocuk olması da yine haber metinlerindeki vurguların başında geliyor. Hayatın başında, hayalleri olan, üniversiteye gitmeye hazırlanan bir gencin öldürülmesi, kendi başına kahredici ve kabul edilemez bir olay. Suriyeli bir mülteci olan Faris Muhammed hakkındaki haberlerde durum, başarılı bir öğrenci olduğu “YÖS sınavından tam puan alarak” tıp fakültesini kazandığı, ailesine “maddi olarak katkı sağlamak için” salça fabrikasında çalıştığı, fabrikada yaşanan tartışmadan hemen sonra kadın ustabaşından “Sen benim annem gibisin” diyerek özür dilediği çünkü kendisinin “bir yetim ve şehit çocuğu olarak” buna dikkat ettiği bilgileriyle birlikte yer alıyor.
Hemen ardından öldürülme şekline dair betimlemelere yer veriliyor. Beş kişi tarafından yolunun kesildiği, darp edildiği, grubun bir kısmının kollarından tutarak diğer kısmının bıçakladığı ve çevredekilerin ambulans çağırdığı bilgileri ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor.
Haberlerin olumlu olduğu, bir çocuğun öldürülmesi olayını oldukça net ifadelerle verdiği düşünülebilir mi? Bu sorunun yanıtı yine aynı manşetlerde. 10 gazetede yer alan 13 haberden 10’unda ve manşetlerin 6’sında Faris Muhammed Al-Ali’nin “bıçaklı kavga”da öldüğü bilgisi veriliyor. Ancak yine aynı haberlerde yer alan haber kaynakları, kavganın bir hafta önce yaşandığını, öldürüldüğü gün ise Al-Ali’nin yolunun kesilerek darp edildiğini, iki kişinin tuttuğunu, bıçaklandıktan sonra grubun olay yerinden kaçtığını anlatıyor. Ancak “kavga” ifadesi ve haber özelinde “bıçaklı kavga” ifadesi, Al-Ali ile beş kişilik grubu eşit iki taraf olarak sunmaya yetiyor. Saldırganların yakalanarak adliyeye sevk edildiği bilgisi ise haberlerin genel olarak son kısımlarında ve tüm gazetelerde Hatay Valiliği tarafından yapılan yazılı açıklama ile veriliyor: “Dün gece Narlıca Mahallesinde meydana gelen ve bir kişinin hayatını kaybettiği olayda failler kısa sürede yakalanarak adli makamlara sevk edilmiştir.”
Tüm bunlarla birlikte haberlerin kaynağına da değinmek gerek. Haberin hazırlanması sırasındaki öncelik haber kaynağının güvenilirliğidir. “Güvenilirlik” egemen medya için pratikte resmi makamları, politikacıları, uzmanları haber kaynağı olarak kabul etmek şeklinde kendini gösterir. Kaynak ise çerçeveleyen, tanımlayan olduğundan oldukça önemli. Haberin kaynağı hakkı ihlal edilen, olayı bizzat yaşayan, etkilenen olduğunda haber konusunun günlük hayatın neresine dokunduğu, neleri değiştirdiği, neler beklendiği de gerçek öznelerce ortaya koyulabilir bir niteliğe erişebiliyor. Açıklamalar ve tartışmalar sırasında fikrini beyan edenlerin arasında mültecilerin olmaması, sözü edilen ırkçı söylemler hakkında ortaya konan reddi tek taraflı kılıyor. Nefret söyleminin hedefinde bulunanların haber kaynaklarının arasında bulunmaması, çözüme dair yolları da sınırlayabilme ihtimali taşıyacağından önemli.
Haber konusu özelinde, bazı mülteci derneklerinin konu hakkındaki görüşlerine yer veren tek haber bulunuyor (Birgün, 06.09.2022). Bunun dışında 10 gazetede yer alan 13 haberden 10’unun DHA’nın bölge muhabiri tarafından hazırlanan metni kullandığı görülüyor. Başlıklarda bazı değişiklikler yapılsa da haberler oldukça benzer. İHH İnsani Yardım Vakfı Genel Başkanı Bülent Yıldırım, haberlerin genelindeki ana haber kaynağı olarak yer alıyor. Olaya dair tüm ayrıntılar da Yıldırım’ın demeçlerinden öğreniliyor. Yıldırım, Faris Muhammed Al-Ali’nin ailesini ziyaret ettiği sırada “İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da Yıldırım’ı cep telefonuyla arayarak” Faris’in kardeşi Hassun Al-Ali ve ailesine başsağlığı diliyor, bu sırada orada bulunan muhabirce haberleştiriliyor. (Akit, Hürriyet, Karar, Milliyet 04.09.2022)
Suçlu Kim?: Faris Muhammed hakkındaki haberlerde yer alan, suçluya yönelik ifadelere özellikle değinmek gerek. Politikacılardan sosyal medya kullanıcılarına uzanan geniş bir yelpazede dile getirilen ve sürekli paylaşılarak dolaşıma sokulan nefret söylemi, mülteciler ve özel olarak Faris Muhammed Al-Ali’nin öldürülmesi olayının sorumlusu olarak haber metinlerinin büyük bir kısmında yer alıyor. Bu imalar (biri hariç) İHH İnsani Yardım Vakfı Genel Başkanı Bülent Yıldırım’ın demeçlerinin aktarılmasına dayanıyor: “Irkçı söylemler yüzünden bu çocuğumuz aramızdan ayrıldı. Herkes nelere sebep olduğunu düşünsün. Bu bıçağı kullanan kadar kullanılmasına sebep olanın da eli kanlıdır.” ve “o şiddet söylemleri yüzünden, bu lüzumsuz mafya dizileri yüzünden bu çocuğumuz aramızdan ayrıldı.”
Yıldırım’ın açıklamalarında yer alan “ırkçı söylemler” ifadesiyle haber metinlerine giren nefret dili, Faris Muhammed’in “katili” olarak ortaya konuyor. Yıldırım’ın, “Koca koca adamlar ırkçı söylemleri yaygınlaştırdılar.” cümlesi, dünya görüşleri ayrı gazetelerde yer alırken işaret ettikleri politikacılar farklı: “Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ” (Yeni Şafak, 05.09.2022), “İktidarın, siyasilerin ve yandaş medyanın kullandığı “ırkçı ve nefret” dili” (Birgün, 06.09.2022), “Kanı, ırkçı göçmen Ümit Özdağ’ın ellerinde!” (Akit, 04.09.2022) gibi.
Bu yaklaşım, toplumsal olarak mültecilere karşı, olumsuz, saldırgan ve dışlayıcı tavrı kabul ettikleri anlamına geliyor. Ancak bu noktadan sonra konu, ayrımcılıktan politikacılara doğru kayıyor.
İki Haber Öbeği Arasındaki Yoğun Benzerlik: Faris Muhammed Al-Ali’nin hayatını kaybettiğini oldukça yeni öğrendik. Ancak onunla tanıştığımız haberlerin çerçevesini 2015 yılından tanıyoruz. Aylan Kurdi hakkındaki haberlerde yer alan vurgular, imalar, olayın sunuluş biçimi oldukça benzer. İlk olarak her iki haberde de ölüm şekli ve yaş ön planda yer alıyor. Aylan Kurdi için sıklıkla kullanılan “minik beden”, “bebek” gibi kelimelerin benzeri, Faris Muhammed için “başarılı öğrenci”, “cansız bedeni morga kaldırıldı” gibi kullanımlarla sürüyor. Yine Aylan Kurdi hakkındaki haberlerde yer alan, “Acılı baba: Ellerimin arasından kayıp gittiler”, “Ben şimdi kime muz alacağım?” gibi ifadeler Faris Muhammed hakkındaki haberlerde, “Çünkü şehit çocukları, yetim çocuklar anneye önem verirler.” cümleleriyle okuyucuya sunuluyor.
Haberlerin, ölen iki çocuk hakkında yapılmasıyla yakından ilişkili olan bu dil, acıma duygusunu ön plana çıkarıyor. Bu da haberlerin anlamsal temelini, güçlü ve güçsüz iki taraf olarak karşılıklı bir konumlandırmaya yerleştiriyor. Bu noktadan sonra ise artık çözüme dair bir fikrin aynı haber metni içinde yer alması zorlaşıyor. Çünkü duygu yoğunluğu, olayın ayrıntılarına ve çoğunlukla teke indirilmiş katile yönelmeyi daha elverişli kılıyor. Böylece mültecilere yönelik her saldırı toplumsal karşılığından kopuk, münferit bir hâl alıyor. Hâl böyle olunca mülteciler konusunda toplumsal olarak bir yaklaşım farklılığına gidilmesi gerektiğine dair fikirlerin dolaşıma girmesi zorlaşıyor. Birbirini tamamlayan, zincir şeklinde devam eden bu süreç Faris Muhammed Al-Ali’nin hikâyesinin yer aldığı haber metinleriyle başlayıp bitmiyor elbette.
İki haber konusu arasındaki yedi sene, mülteciler hakkındaki haberlere yaklaşım -haberci ve okuyucu olarak- farklılaşmadığı sürece anlam bulutunun da aynı kalacağını hatırlatan önemli bir örnek olarak karşımızda duruyor.